Tricky Kid


Bristol'ın gururu, gülü, bi tanesi Tricky, İstanbul'a gideceğini gözümün önünde açıkladı. Neler oluyor bu sene böyle. UNKLE'a da gidesim geldi. Gerçi zaten vardı da kaçıracağımı kanıksamıştım artık. 22-23 Nisan'da İstanbul Ghetto'da Tricky olacak. Ve evet iki gün...

Bana da böyle yapmak kalıyor...

Ne?

En kelimesini kullanmaktan çoğunlukla kaçmışımdır. "En"den daha öncekileri hiçe saymaktır "en" kelimesi. Ama deniyorum be ne kaybederim. Şu sıralar, en sevdiğim;



Şehir: İstanbul (ama bana en uygun olan şehir Ankara'dır her zaman)
Yabancı şehir: Bristol - İngiltere (Ah götürün beni buraya)
Ülke: İrlanda (duygusal bağım var)
Mevsim: Sonbahar
Ay: Nisan veya Ekim bilemedim cidden
Gün: Cumartesi
Sayı: 21 tabiy
Alkolsüz içecek: Coca-Cola Zero
Alkollü içecek: Jack Daniel's Tennessee Whiskey

Tanrım ne deli gibi seviyorum bu diziyi

Yönetmen: Edgar Wright (Plase: QT ve Darren Aronofsky)
Erkek Oyuncu: Steve McQueen
Kadın Oyuncu: Audrey Hepburn
Güncel Erkek Oyuncu: Kevin Spacey (Plase: Simon Pegg)
Güncel Kadın Oyuncu: Summer Glau
Komedi Dizisi: The IT Crowd
Drama Dizisi: Firefly (bitirmeye kıyamadım)
Komedi Filmi: The Big Lebowski
Drama Filmi: The Fall
Bilimkurgu Filmi: Moon
Seri: Star Wars
Film Türü: Bilimkurgu



Erkek Solist: Mark Lanegan / Eşit derecede Nick Cave
Kadın Solist: Karin Dreijer Andersson / Eşit derecede Tori Amos
Müzik türü: Post-Rock (Indie maybe?)
Türk Grup: Replikas
Rock Grubu: Godspeed You! Black Emperor (Aslında Post-Rock)
Metal Grubu: Tool
Indie (Folk falan dahil) Grubu: Rock Plaza Central
Klasik Grup (Ne diyem?): Pink Floyd
Albüm: Neutral Milk Hotel - In The Aeroplane Over The Sea
Besteci: Ennio Morricone
Şarkı: Serious?



Oyun: Braid
Quote: "You don't have a soul, you ARE a soul, you have a body" --- C.S. Lewis
Araba: Aston Martin DB9 olsa gerek
Web Sayfası: 4Chan
Oyuncak: R2D2 tabiy
Meyve: Bildiğin klasik yeşil elma
Sebze: Kızartmasından ötürü patitis
Parfüm: Davidoff Cool Water
Renk: Gümüşsel gri (Nası nası?)
Koleksiyonum: Her parçasından tek tek gurur duyduğum tişörtlerim (Bunnar için bi yazı yazmayı bile düşünüyorum)
Tişörtüm: Well, koleksiyonun ilk parçası olduğu için belki Tool tişörtü. Ama Kermit ve Pulp Fiction "Playa" da en sevdiğim. Hepsi çocuğum gibi.
Tatlı: Düz adamım belki ama baklava delisiyim.

Daha da aklıma bi şey gelmedi. Gelince belki part 2 yaparım. Hadi dağılalım...

Fırtına - 22:32



“Mucizelere inanır mısın?” diye sormuştu kız.

Birlikte gülümsediler. Bu ortaklaşa yaptıkları tonla şeyden biriydi. Oğlan gülümsedi. Bu ona inanılmaz geliyordu. Nihayet gülümseyebiliyordu. Çocukluğundan beri o hareketin ne kadar sıcak, ne kadar iç ısıtan bir şey olduğunu unutmuştu. Kendini tekrar onu ilk kez gördüğü, ilk kez dokunduğu, ilk kez öptüğü zamanda gibi hissetti. Tekrar bulutların üstünde… Tekrar bi trende, manzarayı seyrederken.

Onunla ilk kez tanıştığı zamanı hatırladı. Kız, oğlanın mutlu bi hayat yaşadığını sanıyordu o yokken. Ama diğeri hiç öyle yaşamıyordu. Yaşamayı seviyordu, doğru, ama diğer insanlar için çok ürkütücüydü. Sürekli bi savaş halindeydi, artık daha fazla incinmemek için. O yüzden şu anda önünde duran kişiyi bi “kurtuluş” olarak görüyordu. Çok titiz davranmaya çalıştı, onunla beraber olduğu zamanlar, aşırı belki de. Ama bu ürkütücülüğü, ona acemilik olarak geri döndü. Ama bunların hiç biri önemli değildi. Kız, onu kurtarabileceğini biliyordu. O yüzden çok mutluydu o da. En azından oğlanı tanıdığına…

“Mucizelere inanır mısın?” diye sormuştu kız.

“Dün geceden beri.” diye ustaca cevapladı oğlan. Gülümsediler. Hatta güldüler içinde bulundukları korkunç duruma inat. Beraberce harika günler ve harika saatler geçirmişlerdi. Geçen 8-10 saat de (aslında zaman tutmamıştı oğlan, hayatında ilk defa anı yaşamaya karar vermişti, hiç bi şeyi bi kalıba uydurmaya çalışmadan) mükemmel saatlerdi ikisi için de.

“Seninle ilk defa bi şeyler içmeye çalıştığımızı hatırlıyor musun?” dedi çocuk gülerek.

“Ah, cidden bunu hatırlatmak istediğine emin misin?” diye gülerek karşılık verdi buna kız.

“Tanrım, sanki izdivaç programı gibiydi, öyle saçma bi şeyi nasıl yaptık, ‘Seninle tanışmak isterim’ demiştim. Off rezaletti.”

“İyi yapmıştın sen biliyo musun? O an bile demiştim ‘Sanırım bu çocuk çok farklı’ diye.”

Kız bir an duraksadı, sol tarafındaki ekrana baktı. Gülümseyerek “Sanırım zamanı geliyor” dedi.

İçten bi kahkaha attı çocuk, gözlerinden yaşlar süzülerek. Belki de o yüzden çok içtendi bu kahkaha. 8-10 saattir yaptığı gibi kızın elini tutmaya devam ediyordu. Belki başlarken hiç şüphesi yoktu ama bitiyordu işte. Nasıl kendi elleriyle bitirebilirdi ki?

Kendi kendine sorduğu bu soruyu kız farkında olmadan cevapladı. “İlk seninle yaşadığımı hissettim. Bana bu verdiğin ‘hayatı’ da sana borçluyum. O yüzden şu anda yanımda olmanı istediğim tek kişi sensin.”

“Peki neden ben? Neden ailen falan değil? Neden yanında başka bir arkadaşın daha yok?”

“Çünkü seni şu an şöyle görünce, içimden bir parçanın hala burada kalacağını biliyorum. Ben hep sende olacağım…”

İkisi birden son defa gülümsediler, tuzlu gözyaşlarını hissettikleri dudaklarıyla.

“Ben senin kollarında ölmek istiyorum…”

Derin bi nefes verdi çocuk titreyerek, gözlerindeki yaşlar hızlandı. Kalp atışları onu ilk gördüğü andan bile kuvvetliydi. Şimdi o kalbi ordan söküp atmak istiyordu, ama zaten birazdan olacak olan şey de buydu. İçinde var olduğunu hissettiği, kalbi şu an hayatının en büyük anlamına bağlı yaşam destek ünitesinin çektiği fişiyle birlikte söküldü.

Tek hareketle içindeki her şeyi koparmış oldu çocuk.

8-10 saattir yaptıkları gibi birbirlerine uzun zaman boyunca baktılar. Uzun uzun…

Son kez…

Kız titremeye başladı. Yatak da onunla birlikte sallanmaya. Kız titredikçe oğlandan akan gözyaşları şiddettini arttırıyordu. Kız yaşarken onu incitmekten korktuğu için yapmayı istemediği bir çok şeyi yapıyordu oğlan; onu sabit tutmaya çalışıyordu, ona sıkı sıkı sarılıyordu, ona “sevi seviyorum, seni çok seviyorum” diyordu defalarca.

Bu defa onu kırmayacağını bilmek çok güzeldi.

“Seni seviyorum…”

Kız yavaşladı. Artık titremiyordu. Hayatlarında bir çok şeyi aynı anda yaptıkları gibi, kız, son nefesini de oğlanla aynı anda verdi.

Sessizlik…

Oğlan kendine geldiğinde, kızın ona yukardan mutlu bir şekilde baktığına emindi. Artık o da mutluydu. Onları ayıran şeyin böyle bir hastalık olmasını yediremiyordu kendisine belki ama kız artık, oğlanın hayatı boyunca, kızın varlığına inanamadığı için uydurduğu bahaneden birini gerçekleştirmişti. Kız, artık oğlanın hayallerinde yaşıyordu.

Mucizelere inanıyordu, çocuk...

Fişi tekrar yerine taktı. “Boşa elektrik yakacak” diye düşündü, o anda bile. Galiba tekrar ürkütücü biri olmaya başlamıştı.

Kızın bardağından bir yudum su aldı. Kendini dünyasına geri götürdü. Karlı, puslu, kalabalığın içinde yalnızlığı yaşayacağı dünyasına…

Trouble in Paradise




Bugün aldığım iki haberle bi UNKLE yazısı yazmazsam ayıp olurdu. 2010'da "Where Did The Night Fall" adında bir albüm daha çıkardılar, takip eden bilir. Ondan önceki albümleri "End Titles... Stories for Film" ne kadar içinde "Ghosts", "Cut Me Loose" ve kişisel favorim "Against The Grain" gibi şarkılar olsa da, beklentilerin çok altında olmuştu. Ama Where Did The Night Fall özellikle beni de şaşırttı. Mark Lanegan da vardı çünkü albümün içinde. Altta da konusu geçen şarkıyı duyabiliriz.

Another Night Out (Feat. Mark Lanegan) by Unkle

Şimdi bu arkadaşların bir konser bir de EP haberi var. EP'den başlayalım. 4 Nisan gibi benim için de anlamlı bi tarihte süper bi EP çıkarıyorlar "Only The Lonely" adıyla. EP içerisinde daha önce çalıştıkları Gavin Clark (ki kendisi artık bir UNKLE elemanıdır benim gözümde), The Duke Spirit ve eski Sleepy Sun üyesi Rachel Fannan var. Ancak bu EP'nin bir sürprizi var ki, geçen albümdeki Mark Lanegan sürprizi gibi, o da yıllardır düşündüğüm "Acaba nasıl olur?" diye hayaller kurduğum NICK CAVE ortaklığı. Evet EP'nin açılış şarkısı "Money and Run" adında ve Nick Cave barındırıyor. Merakla 4 Nisan'ı bekliyoruz. Tabi UNKLE'ın kendi sitesinde pre-order yapabiliyoruz albümü ama Türkiye'de pre-order nerde görülmüş ki?





İkinci UNKLE haberi de ufuktaki bir İstanbul konseri. 26 Mart 2011'de Refresh The Venue'ye konuk oluyorlar. Heyecanlandıran bir haber bu tabi ki ama 2 ay içinde, 2 tane yıllardır beklediğim konseri kaçırmak biraz ağır olacak, önce Mark Lanegan sonra bu konser... Biletler Biletix'te satışa çıkmış, tanesi 69,50 TL'den gidiyor. Avea'lıya %20 gibi güzel bir indirim var. Yamulmuyorsam Türkiye'deki ilk UNKLE konseri olacak. Ama Türkiye'de bildiğim kadarıyla iyi bir UNKLE dinleyicisi var. O yüzden, bu konserden sonra bir kere daha gelmeleri olası. Hadi bakalım gösterin kendinizi.

Bu da Biletix oluyor= http://www.biletix.com/event.htm?id=MLVMC

Take Me To The Hospital - 5


* Evet okurlar, bu sefer bir TMTTH'nin beşincisine başlamaya karar verdim, aklımda bir çok bir takımsal karışık duygular var. Başlayalım mesela, numbaaa fiiiivee!

* Kişinin arkadaş olabilecek kadar yakınlaşmasını reddeden bir diğer kişiyi, birbirinden ucuz, çapsız, hani güncel tabirle söyleyeyim, "apaçi" tipli kişilerle takılmasını gören bünye neler hisseder aslında kafam bu konuda çok karışık. Uzun cümle kafa karıştırıcı geldiyse şöyle açıklayayım, bi arkadaş var diyelim adı "Lou", bizim bu Lou çok iyi anlaşabileceğini tahmin ettiği birini buluyor, ortak zevklerden bir-ikisiyle ilgili çok hoşa giden bi muhabbet dönüyor, ama Lou'nun karşısındaki erkek veya bağyan başka bir gün, sanal ya da gerçek başka bir ortamda bizim Lou'yu tanımamazlıktan gelmeye başlıyor. Lou ise bunu bi gün, gerçek bir ortamda, kıraathane sahibi gibi, genç ama kıro, apaçi tipli birileriyle eğlenirken görüyor.

Kafamı karıştıran şu; Lou acaba "ulan bunlarla bile takılırken beni istemedi bu" diye üzülür mü, yoksa "ulan iyi ki arkadaş olmamışım, şunun yanındaki tiplere bak, ohh gurur duydum" diye mi düşünür? Buna hiç karar veremedim...

* Takip edenler varsa (sayıyla 1) biliyordur, yine bir Facebook macerasına atıldım. Aralarına sızayım dedim. Ama biliyorum ki ben resim altlarına "ohaaaa tatlııııım neee güzeell çıkmışsııın!" yazacak bir tip değilim. Ya da arkadaşın duvarlarına "Bbişimmm çok özledim nerlerdesin yaf :/" yazacak biri de değilim. Belki öylesi daha eğlenceli bir psikolojidir bilemiyorum.

ohaaaa tatlııııım neee güzeell çıkmışsııın!

* O uzatarak konuşma işini de anlamıyorum sanırım. Bunun raconu nedir, ne değildir. Biraz önce belli olduğu gibi hangi tür ünlü-ünsüzlerde (sert-sessiz, akıllı-ağırbaşlı) uzatma yapılır hiç bilmiyorum. Elimden tutarsanız belki ben de sizin gibi biri olabilirim.

* Bu arada tatil arası tabi bizim için. Antalya'dayım. Beytepe'den çıkma psikolojisiyle, yağmurla birlikte rakımı eksilere düşen bir şehire gelmek ilginç oluyor. "A hani kar görecektik biz" diye gelince bekleneni alamıyor insan.

* "Hayatım Dizi" yarışmasından öğrendiğim kadarıyla çalışmaya ya da hiç bi bilgiye gerek olmadan, tek elde kumanda, ağızdan salyalar akıtarak bütün dizileri izlersek zengin olabiliyormuşuz. Wicked...

* "Hayatım Dizi" demişken, bas bas bağırdığım Mark Lanegan & Isobel Campbell konseri dün geceymiş (5 Şubat), ben nedense bu gece (bil bakalım kaç Şubat?) diye şartlamıştım kendimi. O yüzden konser alanından 814 km uzakta, "Hayatım Dizi" izleyerek "vay be, ne kadar da haklı adam" dedirtecek tespitler yapma peşindeydim. Yukardaki de öyle bir tespittir. O yüzden konser olması hiç acıtmadı. Böyle unutmak daha iyiymiş.

* En son blogda tatlı resmi paylaştığımda olay çıkmıştı. Hatırlayanlar hatırlar "İhlaslı baklava"yı... Onu biraz daha traşlayarak tekrar yayınlamak istiyorum aslında. Şimdiden sinsi gülümsemelere başladım.

En sevdiğim sinsi gülüş. "Berabere bitseydi üzülürdük, niheh"

* Öğrendiğim kadarıyla Facebook'ta can acıtan, dokundurucu, hafif nüktedar (wtf) tespitler yapamıyormuşuz. Orası sosyetenin yeriymiş falan. Benim aklımda orası hala "Osman Mümtaz Rakmetıl"ın doğduğu yer olarak kalacaktır. Onun "anceLina coLiyi aırLadıı koLtuk."u var. Bizim? Anca tespit anam ne olacak...

* Farkettim ki, televizyon izlememek gerçekten güzel bir şey. Hani burda "nıhah, o kadar entelim ve o kadar sanatın peşindeyim ki gerçekten televizyon denen o aptal kutusuyla işim olmuyor yahu." havaları yapacak değilim, çünkü ben de çok izledim televizyon, hoşuma da gider. Çünkü gerçekten televizyonlarda pek bir şey yok. Eğer ekrandaki herkes çok güzel, çok yakışıklıysa orda izlemeye değer hiç bir şey yoktur. O yüzden "televizyon izleyemiyorum" diye çıldırmasın bünye. Güzel bir şey cidden. Tadını çıkarın.

* Onun dışında güzel yapımlar yok değil. Yapımlar var. Yapım ne ya kendimi dövücem yemin ediyorum, sinir geldi.

* Neyse efendim, ben gideyim hafiften, evde bile değilim çünkü. Bu son günlerde en çok MGMT, Animal Collective, Röyksopp falan dinliyorum. Güzeller gayet. Firefly dizisini bir solukta bitiriyorum. Gerçekten mükemmel o da. Skins var sonra planlarım içinde... İyi yani günler...

* Hadi bakalım.