5 TeLe - 2


22. Uluslararası Ankara Film Festivali'nin birkaçıncı günü de geride kaldı ve bütçeme göre filmlere gitmeye devam ediyorum. Bu sefer mekanım Batı Sineması, ki ilk defa gidiyorum gerçeği söylemem gerekirse. Çok sıcak, samimi, iddiası olmayan ama sanırım festival için de biraz yetersiz bir salon. Pek bir restorasyon yapılmamış anladığım kadarıyla, olsun yine de filmin içine girebiliyor insan.

19 Mart'ta Carancho / Akbaba'ya, bir kaç gündür iple çektiğim filme gidecektim. Sabah gün güneşli, insanlar neşeli, sen de gel oyna, susam sokağına. Bu güzel sabah kahvaltıyı dışarda edeyim bari diye düşündüm. Şehre gittim, kahvaltı için kısıtlı bir sürem olduğunu anlayınca "iyi o zaman ya filmden çıktıktan sonra yerim bari" dedim.

Demez olaydım.



Filmin yarısında açlıktan doğan tansiyon düşmesinden dolayı salondan dışarı attım kendimi. O yüzden 19 Mart 2011 tarihi 14.30 saati Batı Sinemaları salon 1'de kim varsa verdiğim 10 saniyelik rahatsızlıktan dolayı özür dilerim. Halbuki film harka gidiyordu. Tansiyonumun düşmesine değil de, güzelim filmin kaçmasına üzüldüm.

Neyse işte dışarı çıkınca da bisküvi falan yedim, sonra esaslı bir yemek yiyip kendime geldim. Filmi de dün (20 Mart) izleme şansını yakaladım. Şimdi dönelim Carancho'ya;

Carancho / Akbaba

Festivalin resmi sitesinden bir alıntıyla başlayalım;
Arjantin’in en başarılı yönetmenlerinden biri olan Trapero, 2008 yapımı Leonera’dan sonra Arjantin sokaklarındaki şiddete dikkat çeken yeni filmiyle sahneye dönüş yapıyor. Arjantin’de her yıl sekiz binden fazla insan trafik kazalarında yaşamını kaybetmektedir. Her trajedinin ardında, sigorta şirketlerinin tazminatları ve yasaların zayıflıklarıyla desteklenen bir endüstri bulunmaktadır. Avukat olan Sosa, olası müşteriler arayışında devlet hastanelerinin acil servisleri ile karakollar arasında mekik dokuyan bir carancho, yani akbabadır. Luján ise aynı bölgede çalışan genç bir doktordur. Sokakta karşılaştıkları gece, Sosa ile Luján arasında bir aşk başlar. Lujan, bir adamın yaşamını kurtarmaya çalışırken, Sosa ise aynı adamı “avlamak” için uğraşmaktadır. Yeniden çekim haklarının Hollywood tarafından satın alındığı film, Arjantin’de çoktan kurumsallaşmış bir suç faaliyetinin gerçekçi bir portresini sunuyor.
Bu konu özeti, dikkatimi çeken unsur oldu. Yani genelde, festival filmlerine konuya bakılarak gidilmez belki ama bu özellikle çok hoşuma gitti. Nitekim de, filmin teknik detaylarından çok konusu, kurgusu öne çıktı. İnsan "vay be yönetmen şurdan şöyle yapmış, ordan da öyle hmm" falan diye düşünmektense "Sosa! Anam iyi misin lan?!" falan gibi olabiliyor. Çünkü gerçekten hem orjinal hem de sürükleyici bir metin.



Arjantin meşhuru yönetmen Pablo Trapero da bu Coen kardeşler-vari metni, karanlık ve etkileyici yöntemleriyle yolluyor seyirciye. Karanlık demişken, film cidden karanlık. "Çünkü hayat karanlık, yeğen!" geyiği yapmak istemiyorum ama film karanlık olduğu kadar da gerçek.

Azıcık da oyunculara gelelim, Ricardo Darin'i tanımıyordum. Ancak büyük bir hata yapıyormuşum demek ki, sağda solda güzel yorumlar okudum kendisiyle alakalı. Kendi gördüğüm kadarıyla da hani bu filmde öyle olağanüstü bir oyunculuğu olmayabilir belki ama sade, öz, güzel bir performans sergiliyor.

Sonuç olarak festival kapsamında olmasa da görülesi bir film kesinlikle. Gidin, izleyin derim. 23 Mart Perşembe akşamı saat 19.15'te Kızılay Büyülüfener'de tekrar gösterilecek. Güzel bir salon. O akşam işi olmayan can sıkıcılar için bir zorunluluk olsun bu film.

Filmin trailer'ı burada.

Perşembe günü de, Siyah Beyaz uzun metraj, Celda 211 uzun metraj, Başka Bir Evren kısa filmleri gibi üç seanslık mükemmel bir maraton yapıyorum. Maratondan sonra özel "5 TeLe" ile geri döneceğim. Üstünüzü iyi örtün anacım...

Dipnot: Bu arada ucuzluk diye heralde filme çok acayip tipler gelmişti. Tam bir "Transformers" ya da "Recep İvedik" tarzı filmler izleyicileri vardı iki tane. Biri diğerine "Soysuzlar Çetesi'ni beraber izlemiştik di mi?" dedi. Diğeri "ben sevmedim la onu, tarihi olayı çarpıtmışlar ya" dedi. Öteki "Zaten kızlar Brad Pitt için gidiyo ehe ehe" dedi.

"Tarihi olayı çarpıtmışlar" ne la?


Yediğim bisküvi "Gofredo"yu ararken bu çıktı.

5 TeLe -1

Efendim günlerdir de bas bas bağırdığım üzere 22. Ankara Uluslararası Film Festivaline ilk adımımı atmış bulunmaktayım. Onun sonrasında ise malum gündemde olan Galatasaray - Fenerbahçe münasebetini izlemek için de filme verdiğim paranın aynı miktarını vererek Beycafe'ye doğru yola çıktım. Amacım kitlesel bir afyon olan futbol oyununun, hümanist bir işlevle, faklı dil, din, ırk, kültür grubuna ait olan insan beynindeki uyarıcı nöronların dışa vurumunu gözlemek değil, baya bildiğin maçı izlemekti. Neyse ama konu bu değil. Festival süresince devam edecek olan 5 TeLe'nin bugünkü konusu;

Kak Ya Provel Etim Letom / Bitmeyen Yaz



Festivalin açılış seremoni günü geçti ayın 17'si itibariyle ve ilk aksiyon gününde gösterilen bir filmdi Rusya'nın bu seneki gururu olan "How I Ended This Summer". Ve şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki açılış için direk beni tetikleyen bir film oldu. Önce kendi izlenimlerimi aktarayım. Kendi fikirlerimi. Şöyle söyleyeyim; uykusuz gitmeyin. Hele normal bir Hollywood izleyicisiyseniz, 10 saat falan uyuduktan sonra gidin. Gerçi ben 3 saat uykuyla gitmeme rağmen uyumadım mesela. Bir de film sırasında beni etkilemezken, yazdığım şu saatlerde (23.38 - Filmden 7 saat sonra) film hakkında araştırma yaparken "çok güzel ya" efektlerini çıkardım. Hatrımda kalacak filmlerden bir tanesi kesinlikle ve böyle bir açılış yaptığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Beklemediğim kadar güzel geçti ve açıkçası sürpriz oldu.

"Kak Ya Provel Etim Letom" Berlin, Chicago, Londra, Sydney gibi ünlü film festivallerinden ödüllerle dönmüş bir film. Berlin Film Festivali'nde başrol oyuncusu Gregory Dobrygin "En İyi Erkek Oyuncu" dalında Altın Ayı'yı kaptı. Ve sonuna kadar haketmiş gördüğüm kadarıyla. Kendisinin de ilk sinema filmi. Şok oldum.

Filmde ilk dikkatimi çeken şey, zerre abartı olmaması hiç bir şeyde. Yani bu kontrol genelde setin kendisinde mi vardı, yoksa Sibirya'da süren çekimler mi bu duruma itti bilemem ama oyuncular, olay akışı, teknikler falan o kadar doğaldı ki... Film içinde insanoğluna ait bütün duygular olmasına rağmen, her şey o kadar ince işlenmiş ki, hani en ufak bir dengesizlik bile göremiyoruz.

Statik uzun çekimler, ağır işleyen bir olay örgüsü, ama akıcılığı ve görsel güzelliği sayesinde zerre kadar bir rahatsızlık vermiyor.


Neyse, filmin konusunu şöyle bir çıtlatırsam, Sergei ve Pavel kutupta bir istasyonda, kimyasal ölçümler yaparak çalışan delikanlılardır. Stajyer Pavel, ana merkezden telsizle Sergei'nin hayatını alt üst edebilecek bir haber alır ve bunu Sergei'den bir süreliğine saklamak ister. Bu yalanlar ve korkular yüzünden karakterlerimiz yavaş yavaş kendilerini zehirli bir batağın içinde bulurlar.

Olayın güzelliği de burda, soyut olabilecek duygular somut ögelerle desteklenmiş işte. Biraz daha bir şeyler söylersem baba spoiler olacak, susayım.

Doğrusunu söylemem gerekirse, sabırlı bir insansanız gidin arkadaşlar. Gidin yani, her kuruşuma değdi 5 TeLe'cik olmasına rağmen. Kaçıranlar ve tekrar izlemek isteyen Ankara'lılar için söylüyorum; 24 Mart Perşembe günü saat 21:30'da Batı Sinemaları'nda bu filmi görebilirsiniz.



Yarın beklediğim filmlerden biri Akbaba / Carancho'ya gidiyorum. O zamana kadar görüşürüz.

Words, Some Words

Kayda değer = bir insan olmak istiyorum

Bütün erkekler aynısınız = Kız lafıdır, kadın lafıdır bilirsiniz. Erkekleri onlardan daha iyi bildiklerini iddia ederler. Biz erkekler de her sabaha karşı 4'te falan gizli ana karargahta toplanıp, "şöyle davranacaz, böyle yapacaz, şöyle iğrenciz biz" falan diye kararlar alıp evlerimize dağılıyoruz. Neden istisnasız 4'te kalktığımı falan sanıyorsunuz zaten. Şaka bir yana gerçekten yok öyle bir şey, dişi insanlar da bunun farkındalar zaten. Ben seviyorum sizi boşverin kim aynıymış, kim değilmiş...

Festival = "Madem konserlere gidemedim, ayağıma gelen bu fırsatı değerlendireyim" diyen Utku'nun gelenekselleştirdiği etkinlikler bütünü. Ankara Film Festival'i için bütçeme göre 5 güzel film işaretledim. Biletimi aldım. Sırasıyla Bitmeyen Yaz, Akbaba, Siyah Beyaz, Hücre 211, Hayatta Kalmak filmlerine. Tüm eşlik çalışmalarına açığım.

Akbaba (Carancho)= Sadece synopsis'iyle bile beni etkileyen bir film. Merakla bekliyorum.



Erotik Shop = Kızılay'da önünden geçerken, "içeri girelim mi ya?" diye bana soran 100. kişiye, bedava erotik shop gezisi ve sürpriz hediyeler!

Lay's Zeytinyağlı Kekikli Patates Cipsi = Bi ara tedavülden kalktığını düşündüm ama geri dönmüş sanırsam. On numaradır, evet. Gelin gitmeyi düşünüyorum bu cipse.

Behzat Ç. = Sırf polisiye dizisi diye kimi Kurtlar Vadisi takipçisinin sokakta koskoca Erdal Beşikçioğlu'yu görüp "Behzat komserim saygılar eha eha!" demelerini istemiyorum. O yüzden bu karakterle özdeşleşmesini istemiyorum. Dizi ayrı. Laf yok. agacinayetvar.

"Sevgilim değil mi kardeşim?" mentalitesi = Bu sözde felsefeye değinmesem olmazdı. Ayrıca "mentalite" kelimesinde bir problem yok, doğrudur çoğumuz onu "mantalite" olarak öğrendik. Ama kökü "mental"den falan gelir. TDK "mantalite" doğru lan aslında der falan ama neyse işte ne gerek var.

Sinir bozucu bir mantıktır. "Sevgili" olmadan önce deli gibi sevmeler, istediğini yapmalar, kurban olmalar evresi, o görünmeyen, o soyut (ki artık relationship status olayıyla birazcık somutlaştı) çizgi geçilince kendini sevdirmeler, istediğini yaptırmalar ve bir kaç şeyi kurban etmeler olayına dönüşür.

Tek şeker = Bana çok yamuk gelir. Ya "şekersiz" ya da "iki şeker"dir benim için çay. Tek şeker... Yani ne bileyim. Bi sinsilik var gibi tek şekerde.

En sevdiğim albüm en sağdaki

1 = TRT-1'in yeri
2 = TRT-2'nin yeri
3 = TRT-3'ün yeri
4 = TRT-4'ün yeri değil

"Kadınların efendi adam yerine piç adam tercihi" yüzünden piç adam olmaya karar veren kişi = Kötü bi karar vermiştir. Kendi değerlerine zerre saygısı yoktur. Başlığı tanımından uzun olmuştur ayrıca nerdeyse.

Post-Rock = Müzik "ulaştırma bakanlığı"ysa Post-Rock kesinlikle Devlet DemirYolları'dır. Ciddiyim. Hacettepe - Beytepe seferli 230'da bile kendimi "Scotland's Shame" ile Avrupa'nın herhangi bir düz ovasında bulmam, ya da Tibet yolunda hissetmem mümkündür.

Kadınlar = Yüzyıllardır ayrımcılık yüzünden çekmedikleri kalmamalarına rağmen her şeyi onlara borçlu olduğumuz, erkek kütüklüğü karşısında mükemmel estetiklerini koruyabilmiş, güzel topluluk.

Animals = En sevdiğim Pink Floyd albümüdür.

Öğrenci İşleri Binası = Senaryomdaki bir sahneyi orda çekmeyi çok isterdim. Yani o aklımdaki mekan burasıyla oldukça örtüşüyor.

Sınırlar = Sinir bozucudur. "Metal dinleyen, Trip-Hop dinlemez" gibi bir takım önermelere sebep olur. Ya da "Ben o kızı seviyorum ama sevgili gibi değil, bir babanın kızını sevmesi gibi" gibi ilginç isim koymalara teşvik eder. İlerde bir yazımda, kafamı toparladığım an değerlendirmek isterim bu mevzuyu. Ruhani bakmak lazım çünkü.

St. Patrick's Day = Bugün.

Bence bi mahsuru yok, her Pink Floyd sever kişi karizmatik işlerle uğraşacak değil.

5 = Sınıfın çok bilmiş, inek çocuğu
6 = Her tenefüs dışarı çıkıp kola kutusuyla maç yapan, pantolonu düşen çocuk
7 = Sınıfın yakışıklısı, ama çok sosyetik, piç, sinsi ve ucuz bi insandır.
8 = Güzel kızın yanında takılan, hafif şişman, ilkokulda beslenme çantasının içinden ganimet çıkaran, yuvarlak gözlüklü, çilli kız.
9 = Sınıfın hayaleti. Bakın ilkokul toplu fotoğraflarınıza, vardır bir tane soluk benizli, ince, uzun, sessiz bir tip.

Punk-Rock = Lisenin ilk zamanlarında dinlediğim müzik türü. Bence yabancı müzik skalamın gelişmesinde yardımcı oldu çok. Sonra herkes gibi benim de karanlık dönemlerim oldu, verdim kendimi Progressive'e, Tool'a falan. Ama "Sınırlar" mevzusunda da değindiğim gibi benim müzik zevkim "güzel müzik"tir.

Hiç kimse beni sevmiyor = Yalan. Hülya Avşar'ın bile sevildiği bu dünyada...

15-Ball / Rotation / Snooker = Birileriyle kapışmak istediğim bilardik oyun türleri.

Bilardik = "Bilardoyla alakalı" anlamına gelen kelime. Kaynak = Kıçım.

Nükleer Enerji = Isınmak için sürekli bunları yaptıran kişinin bir yerlerde cayır cayır "ısınacağı" kesindir.

motivate



Stop your fucking Baww'ing this instant. I am not here to comfort you, or to help you cry. I am not here to listen to your story and say, there there, everything will be ok. So stop fucking crying.

You want to know why I don't care about sadness? Because you shouldn't be sad. And I know, I know, this is serious shit, and it's important and you don't know what you are going to do now. But at the end of the day, it is the same shit that all of us go through.

For the past month I have been down and out. Over some broad that knows I love her, but doesn't love me. She thinks of my love only as being awkward. And she still wants me to be her best friend. On top of that, I am a failure in pretty much everything I do, and I have yet to do anything my parents can be proud of. But you know what?

I am fucking awesome.

Now, I will admit that I haven't held a dieing man in my arms, or any serious fucking shit, but it's all the same. People go through shit everyday of their lives, and that is what life is. So grab a beer, pop a top, and toast that you are still alive. Give a toast to those who aren't. Those that gave their lives so you can hate yours.

You are fucking awesome. But, you don't want to admit it. You go through shit day in and day out, and you live. You, are alive. This world cannot beat you. It cannot destroy you. There is no shame in defeat as long as the spirit is not conquered. So don't fucking give up. You are a good, decent person, who is in hard times. You deserve somebody. You deserve a hug. You deserve a kiss at night. You deserve a friend. Don't you ever fucking think differently.

You

Are

Awesome.

Start fucking acting like it.

Money and Run!

Unkle ile Nick Cave, single'larını yayınlamadan, Facebook üzerinden Soundcloud'da paylaşma gafletinde bulundular. O sırada -gurur duymuyorum, kusura bakmasınlar- kapızladım ve "ben girebiliyorum, siz de girin" YouTube'a upload ettim. Salak bi isim koydum bulunmasın diye.

So, here ya go...