Say It Now, Joe!


Siz hiç ders çalışırken aşık oldunuz mu? Ben oldum biraz önce...

.ikisi de evet

3.07

Bu biraz şey gibi, ilk buluşmaya giderkenki bacaklarının falan titremesi gibi. Heycanlandırıcı.

Tek fotoğrafını görüp çok beğenmek, ama daha sonra gerçeğinin çok daha, çok daha güzel olduğunu görmek gibi. Hayranlık uyandırıcı.

Yıllardır kayıp sandığınız, bir türlü göremediğiniz, hissedemediğiniz, sevemediğiniz şeylerin aslında hep "orada bir yerlerde" olduğunu farketmek gibi. Sevindirici.

Hiç bir şeyi kaybetmediğinizi bilmek gibi. Rahatlatıcı.

Tanrı'ya tekrar inanmak gibi.

Tekrar inanmak gibi.

Tekrar hissetmek gibi.

Bi' şeyler buldum!

Umut verici...

We'll See How Brave You Are

there's a world awaiting
way beyond the sea
how I love to travel
baby, will you come with me?

(I better not to screw this time)

Sanırım

Nick Cave'le Tori Amos yan yana gelse havaya infilak ederim sanırım. Düşün, o derece.

Zamanı Geldi



I'll be there beside you, to dry your weeping eyes...

Benden gelen bir çok şeyi dinledin, bunu da dinle. Hissederek dinle. Bil yani yaparım bunları ben

The Wrestling Dog


Elver zaman içünde uzak bir diyarda denizlerin ötesinde her yelden çok uzakta tepelerin ardında karga gaklarken 39 irinsan bütün yerlerden millerce uzakta upuzak bir diyardaki küçük bir adada yaşıyordu.

Hasat zamanı geldiğinde bütün insanlar dev bir şölenle ve dansla ve saireyle kutlamaya girişti. Yeni ve heyecan verici (ki genellikle böyle olurdu) bir heyecan ve şaşırtıcı bir gösterici (bazen bir cüce kullanılırdı) bulma görevi (bunun büyük bir zevk olduğunu da eklemeliyim) Perry'ye aitti (çünkü Perry, Belediye Başkanı'ydı), bu yıl Perry bir Güreşçi Köpek bularak kendisini bile arşmıştı! Ama bu hayretengiz yaratıkla kim güreşecekti? Ben güreşmezdim mesela.

Lennon

Badem


Le Porta yazınca bu çıktı

* Madem Serdar Ortaç’ım, neden yaza damgamı vurmuyorum ki?

* Madem yabancı genç, güzel ve seksi bi pop şarkıcısıyım, neden klasik bi melodiye soyunmalı şarkı sözü yazıp piyasaya sürmüyorum ki?

* Madem Kenan Doğulu’nun kardeşiyim, neden saçma salak şarkılar yapmıyorum ki?

* Madem askerim, neden Kral TV’ye alttan geçsin diye mesaj yollamıyorum ki?

* Madem yerel bi kanalım, neden daha soluk renklerle yayın yapmıyorum ki?

* Madem Türküm, neden Azeri televizyonu izleyip t*şak geçmiyorum ki?

* Madem Akıllı TV’yim neden her vidyoyu tekrar tekrar yavaş çekimde göstermiyorum ki?

* Madem 1-2 yaş arası bi bebeğim, neden neden ağladığımı unutup hala manyak gibi çığlık atmıyorum ki?

* Madem Rusum, neden saat farketmeksizin havalimanına sarhoş gelmiyor, bütün Türklerle Rusça konuşmaya çalışmıyorum ki mojna?

* Madem Türküm, neden her System of a Down vidyosunun altına “Fuck Armenia, Turks will fuck your ass” tarzı şeyler yazmıyorum ki?

* Madem kabız bi senaristim, neden dizinin bi yerinde karakterim ölümcül bi hastalığa kapılmıyor ki?

* Madem yolculuklarda yazarın önünde oturuyorum neden koltuğumu onun kucağına kadar yatırmıyorum ki?

* Madem 15 yaşında ergen bir kızım neden üstüste bir kaç cümlede "İtörnıl sanşayn ov dı spotlız maynd!" demiyorum ki? (Film süper, lafım yok.)

* Madem çok şekilli bi kıyafet mağazasıyım, neden üründen büyük etiket koymuyorum ki?

* Madem çok düz bi tespit adamıyım neden Bim'le dalga geçmiyorum ki? "Le Cola ne la? Mwhahah!"

* Madem yeni ateist oldum neden bana göre olmayan bi Tanrıya küfür etmiyorum ki?

Colma


"Hayatım boyunca çok korkunç şeyler gördüm, korkunç şeyler yaptım, korkunç şeyler yaşadım. En korkuncunu da yaptım. Kendimi öldürmeye de kalktım, evet. Kendimi sürekli hasta ettim. Birilerini öldürmek gibi duygularım da oldu. Ama hala hayattayım ve sabıkasızım.

Bunun sırrını belki veririm bilmiyorum. Yazdığım bu kelimelerin gidişatına bağlı biraz da…

Kimse intihara kalkıştığımda neler hissettiğimi gerçek anlamda bilemedi. Sormadılar da zaten. Birkaç kişi gerçekten merak edip sürekli beni sormuşlar. Ziyaretime gelenler de oldu. Hayal meyal görür gibiyim. Zira belirtmem gerek ki, geçirdiğim hafıza kaybının ve beyin sarsıntısının etkileri bunlar. Ayrıca 24 saatten uzun o “güzellik uykumdan” uyandıktan sonra doktorların bana “mucize” demesi de beynime bir şekilde kazınmış. Evet mucizeymişim… Vardır bir bildikleri…

Dediğim gibi kimse neler hissettiğimi bilemedi, bilemeyecekler de. Hala içimde yaşayan bir parazit olarak kalacak bu nedenler. İçimi kemirmeye devam etseler de, “hayır” demeye çalışacak Utku.

Çok yalnızdım o zamanlar. Kendimi bildim bileli, ya da şöyle söyleyeyim, birilerine mantıksal olarak ihtiyacım olduğundan beri ailem çatışma içinde. Kimse birbiriyle konuşmaz bir hale geldi. Her aile üyesinin ortak konuştuğu tek kişi olarak bana çok gelindi. Herkes bana diğerlerinin üçkağıtçılıklarını, dırdırlarını, sorumsuzluklarını anlatır oldu. Şu anda da hala böyledir. Hiç oturup ailemle doğru düzgün konuşamadım. Hiç ortak sevinçlerimiz olmadı. Erkenden büyüdüm yani. Benim destek beklediğim zamanlarda, onlar bana birbirlerini şikayet ettiler, ben de onları taşıdım. Soğuk savaş ortamında yaşamak çok zor.

Yaşadığım ortamı anlatırsam, orda da çok yalnızdım. Son gün bulunan özel bir öğrenci yurdu. Tek geçindiğim uzun yıllardır arkadaşım olan kişi, oda arkadaşım olmasa dayanamazdım orada hiç. Nitekim gitti de. Ben çok geçmeden yanıma bir oda arkadaşının konulacağını öğrendim. Yurt bana son derece ters, her türlü işime karışan, özgür davranmaya çalıştığımda taraflarından ayıplandığım kişilerle doluydu. Her akşam okuldan, şans eseri bindiğim o dolu otobüslerden inip yurda gelirdim ve kimseyle tek bir kelime konuşmayıp, camı binaya bakan, hiçbir zaman tam olarak aydınlanmayan karanlık odama kapatırdım kendimi. Kilitsiz kapımı isteyen herkes istediği sertlikte açıp odama dalardı. Giyim tarzım falan nedeniyle yeteri kadar “üçüncü şahıs”laştırılmış olan ben, bu tür yöntemlerle kontrol ediliyordum.

Derslerini dikkatle dinleyip, hiç çalışmayan bir öğrenci olarak mükemmel bir öğrenci profili çiziyordum. Notlarımı düzgün almaya çalışır, sınav önceleri saatlerce ders çalışırdım. Ancak vizelerde tam tersi bir görüntü çıkıyordu ortaya. Üstüne üstlük yine bir finale neredeyse sabaha kadar çalışmış, ancak uykumu alamadığım için sınavı kaçırmıştım.

Hazırlıktan bölüme geçmiş bir öğrenci olarak sınıf arkadaşlarımdan hiç biriyle konuşmak istemedim. Başlardaki çekingenlik, başka insanların hayat detaylarını, duygularını, hislerini öğrenme korkumla birleşti. Ben insanlardan korkarım. İnsanlar bize en güzel mutlulukları verse de, hayatımızdaki en berbat günümüzü de onlar yüzünden yaşıyoruz. Arkadaşlarım saydığım kişilerin karmaşık yaşamlar gitgide gözümde büyüyordu. Artık çok geçti, onların yaşantısına karışmıştım bile. O yüzden acı çekmeye mahkum gibiydim. O zamanlar bir şeyler hissediyordum…

Yaşantım boyunca hiç kimse bana böyle içtenlikle bakarak “beni sevdiğini” söylememiş, hatta ve hatta beni sevmemişti bile. Sorun bende değil onlardaydı, ya da sadece deniyorduk, ya da ne bileyim ben çok iyi bir arkadaştım. Hayatımda ilk defa bir kişi bana bu cümleyi söylemişti, ne kadar doğruydu yanlıştı bilemem. Ama bana göre doğruydu. Ve, yalan söyleyemem, harika harika hissettirmişti. Bütün bunları yaşarken ben, üstüne üstlük kendi hatalarımla kaybetmiştim beni tek seven kişiyi. Ki acemiydim biliyorum.

Ve artık tamamen boşlukta ve yalnızdım. Arkadaşlarımı düşündüm; bir barda sevgilileri veya başka arkadaş çevresiyle beraberlerdi, duygudan duyguya atlıyorlardı. Derslerimi düşündüm; bundan kötüsü olamazdı. Onu düşündüm; başkasını sevecekti. Ailemi düşündüm; soğuk rüzgarlar hiçbir zaman dinmeyecekti. Para durumumu düşündüm; bitmişti. Bulunduğum ortamı düşündüm; hayatımda hiç bu kadar soğuk ve yabancı bir yerde bulunmamıştım. Kendimi düşündüm, yalnızlığımı düşündüm, yastığımı düşündüm...


Şimdi oldukça mutluyum. Mutluyum işte. En azından tek hissettiğim bu. Şimdi yarattığım her şeyle ben beraberim. Çünkü biliyorum ki, beni öldüren her neyse, beni yaşatacak olan şey de o; “ben”

Mucizeymişim ben…"

Beni Hastaneye Götürün - iki



ben - Eveeet caanım dinlerlerimiz, bu gün tekrar karşınızda olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Ayrıyetten bir de yanımda Hyp var. Selamlar Hyp nasılsın?
BEN - İyi sayılırım, Utkucum seni sormalı?

ben - Beni bilirsin işte, radyo, dergi, müzik işleri koşuşturmacaları işte. Öncelikle "iyi" sayılır gibi bir cümle kullandın bu bizim için şaşırtıcı. Öyle mi düşünüyorsun gerçekten?
BEN - Evet, evet. Yani beni kötü hissettirecek pek bir şey yok. İyi şeyleri görebilmektir marifet biraz da.

ben - Bu ilginç bir gelişme senin adına. İyi hissettirecek bir şeyler var mı demek oluyor peki bu?
BEN - Eh işte, var sayılır. Yani sana acı veren şeyleri görmektense, güzel olan şeyleri görmen gerekir biraz da. Ki bazen onların ikisi tek bir unsur da birleşebiliyor, o zaman da o unsurun iyi taraflarını düşüneceksin. Neyse çok salak "self-motivation" ayaklarına girmeden değiştir balım konuyu.

ben - Tamamdır o zaman. Sence bu iyiye yönelme, bir şeyler hissettiğin için mi, yoksa bir şeyler getireceğini sandığın için mi?
BEN - Çok böyle büyük bir şeyler hissettiğimi söyleyemem, ama bir heyecan var her zaman. Bir şeylerle oyalanmayı çok severim. Şu sıralar da oyalanacak mükemmel bir "şey" buldum kendime.

ben - Ben biliyorum o "şey"i! Paylaşmak ister misin milletle peki?
BEN - Ben genelde bir şeyler paylaşarak ilerlemedim, ama bu sefer bir ya da iki kişinin bana yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Bu kadar yabanileşmenin anlamı yok değil mi?

ben - Peki bu her şeyden uzak olma halini seviyor musun?
BEN - Oldukça. Bir süredir, ki hemen bir bakıyorum ... hmm iki hafta falan olmuş, güzel bir ilerleme hissediyorum kendimde. Artık daha mantıklı, daha doğru şeyler düşünüyorum.

ben - Peki, bazı "şey"ler için umudun var mı? Yoksa çok acayip bir saplantı haline mi gelecek bu olay?
BEN - Şöyle söyliyim Utku sana, belki de bu kendimi oyalamam için bir uğraş, henüz belli değil. Belki de içime büyük bir zevk getirecek bu olay. Belki de cidden hisler beni o yola yönlendirmiştir falan, anlatabiliyor muyum? Biraz zamana ihtiyaç var. Yani o yüzden umudun fazla önemli bir etken olduğunu düşünmüyorum.

ben - Biraz kısa keselim o zaman bu seferkini, bir taraftan da çanta hazırlıyorsun galiba?
BEN - Evet ya, en heyecanlı yerinde gidiyorum buradan.

ben - Heyecanlı mı?
BEN - Evet, çünkü sana söylediğim, ihtiyacım olan zaman sadece burada akmalıydı.

ben - Neyse o zaman, hobi sorusuyla bitirelim. Ne dinliyorsun şu sıralar, ne okuyorsun, ne izliyorsun falan?
BEN - Rishloo devam ediyor. Ama şu sıralar Beatles daha ön planda. Fakat The Strawbs var hocam, çok ilginç, Caravan var. Dinleyelim yani bunları. Sonra biraz blog kitapları okuyorum. İngiliz işlerini, komedyalarını falan takip ediyorum. The Walking Dead var çok fena. Bana her zaman yol gösteren Dexter devam ediyor.

ben - Yol gösteren derken? Öldürme metodları falan mı?
BEN - (gülüyor) Komiksin ya bazen.

ben - Öyleyimdir... Peki 7 saatlik o yola çıkmadan önce eklemek istediğin bir şeyler, bırakmak istediğin notlar var mı?
BEN - Evet, internete pek girer miyim sanmıyorum, o yüzden saçma bloga pek bir şeyler yazamam. Onun dışında gündemde de olamayacağım. Unutmayın yani beni.

ben - Konu başlığındaki resim ne iş?
BEN - Millet alıp kullansın diye koydum...

Lord Vader in Love

Serafinowicz yapımı... Serafinowicz Darth Maul'u gerçekte seslendiren adamdır, haberiniz olsun...



What?!

Dedi ki - 3


"Ofsayt... Ofsayt ya!

Yapmayın, yapmayın, yapmayın...

YAPMAYIN BEH!

Çıkar çıkar çıkar çıkar onu çıkar!

aferin avut...

Eyvah eyvah Volkan yapma! KIRMIZI KART YAPMA VOLKAN YA!

Zaten öyle bi attı ki oyuncu yapma!

Oyuncu değişikliği hakkımız DA DOLDUUAH!

Oyuncu hakkı... deği...?

DOLLDUUUAGH!

YAPMAAH!

gitti köller kullandı zaten bunu... yapma volkan..."


bak bu da kanıtı


thinkforyourself




so glad its over

dinliyodum

Kan ve Dondurma



Gün geçmiyor ki, Britanya adasının başka bir şeyine hayran kalmayayım. Gün geçmiyor ki, İngiliz müziğinden sonra, absürt İngiliz komedileri de etrafımı sarmasın sevgili okur.

Konuya ufaktan el atacak olursam Simon Pegg'den başlayabilirim. Simon Pegg'i yaklaşık 2-3 yıldır aklımda olan Shaun of the Dead'i izledikten sonra tanıdım. Zombi filmlerine olan hayranlığım zaten ufak da olsa biliniyordu sanırım. Sonra bu filmle hastası oldum zaten yakışıklımın.

Sonra farkettim ki bu Shaun of the Dead yönetmeni Edgar Wright, yazarı Simon Pegg ve oyuncusu Nick Frost "Blood and Ice Cream Trilogy" diye bi üçleme peşindeler. İlk ayağı Shaun of the Dead...


Güzel ikili (soldan sağa) - Nick Frost & Simon Pegg

Shaun of the Dead, zombilerin yanısıra komedi ve t*şak geçme unsurunu da yanına alarak dikkatimi oldukça çekti. Bunu hatırlarsanız Zombieland de sonradan yapmaya çalıştı ve yalan söylemeyeyim çok çok çok başarılı oldu. Zombieland'i de ayrı severim. Shaun of the Dead de yapılan "zom-rom-com (Zombie, Romantic, Comedy)" oldukça orjinal bir fikir değil mi zaten allasen?

Shaun of the Dead bu arada Ice Cream Trilogy'nin çilekli Cornetto ayağını oluşturuyor. Hatırlarsanız Nick Frost'un karakteri Ed, Simon'ın karakteri Shaun'dan, çilekli cornetto istiyor.

SotD kadrosunda, Shaun ve Ed'in ev arkadaşları, ki kendisi ev sahibi gibi oluyor, Pete'i de harika ve zeki bi İngiliz komedyen Peter Serafinowicz canlandırıyor. Cidden harika bi adam o da, kendine ait Peter Serafinowicz Show'u var. Bizim Şahan Gökbakar'ın burada yapıp komik olamadığı program gibi. Bir Simon Cowell taklidi vardır ki, şu linkteki, süper cidden. Bu da var.


Üçlemenin vanilyalı cornetto'su Hot Fuzz. Pek bir şey söylemeye gerek yok. SotD'i izledikten sonra oldukça mırın kırın ettim ama, eninde sonunda izleyebildim. Akabinde "keşke daha erken izleseymişim" dedim.

Aynı kadrodan, dünyanın en absürt polisiye filmi. SotD izleyen herkesin izlemesini isterim gerçekten. Edgar, Simon, Nick üçlüsü cidden en sağlam üçlülerden. İzledikçe bu üçlü yanılarına Peter Serafinowicz oğlanı da alıp böyle beraber gezsinler diyor insan.

Mesela Simon Pegg, yine çok sevdiğim "How To Lose Friends & Alienate People" filminde de oynamış, ancak tek başına zevk vermemişti. Her ne kadar yanında, Jeff Bridges gibi muhteşem bir adam olsa da, popülarizme yenilmiş bir Amerikan komedisinde oynamış görünmekten kurtulamadı. Hey yavrum, cümleye gel. Aynı filmde Kirsten Dunst ve Megan Fox da vardı. Konuk oyuncu olarak en sevdiğim komedi dizilerinden, yine bir Britanya dizisi "The IT Crowd"dan Chris O'Dowd (Roy) ve Katherine Parkinson (Jen) vardı.


Şimdi üçüncü filmi bekliycez artık; The World's End. Şu an çekim aşamasında değil ama Simon-Nick ve Edgar üçlüsü anons ettiler. O zamana kadar üçleme dahilinde olmayan bir başka Simon Pegg ve Nick Frost filmi "Paul" ile oyalanacağız.


Not: Simon Pegg, "Planet Terror" adlı güzide QT/RR yapımında da herhangi bir zombiyi oynamıştı.


Bu arada ufak bir bilgi ekleyeyim. Hugh Laurie de, ya da çoğunun bildiği gibi söyleyeyim Dr. Gregory House da, Britanya komedisi çıkışlıdır. Yine harika bir komedyen olan Stephen Fry ile "A Bit of Fry and Laurie" programı yapardı.



Konuyu kapatmadan önce önerimi yapayım. İngilizlerin müziği kadar, komedyaları da oldukça başarılıdır. The IT Crowd, The Peter Serafinowicz Show, A Bit Of Fry and Laurie'ye de şans vermenizi isterim. Hepsi "yutup" adlı güzide sitemizde bulunmakta...

***farkındaysanız Monthy Python'dan bahsetmedim, ona ayrı bir yazı düşünüyorum***

The Fifth Of November

voilà! in view, a humble vaudevillian veteran, cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of fate. this visage, no mere veneer of vanity, is a vestige of the vox populi, now vacant, vanished. however, this valorous visitation of a by-gone vexation, stands vivified and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin van-guarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition.

the only verdict is vengeance; a vendetta, held as a votive, not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous.

verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose, so let me simply add that it`s my very good honor to meet you and you may call me V


V for Vendetta - Televised Speech (Discours télévisé)
Yükleyen SlashyGuiGui. - Filmler ve diziler Dailymotion'da

Guy Fawkes günümüz kutlu olsun. Biliyorsunuz protestan bi kral olan Kral James (I)'in bir grup katolik tarafından öldürülmeye çalışılmasının, ancak başarısız olmalarının yıl dönümü bugün. O yüzden temayı falan da bugünü en iyi yansıtan filmden falan seçtim. Valla sağolsunlar, iyi aklımıza soktular bu tarihi.

Bonfire gecesi olarak da bilinir. Yakıyo muyuz bi yerleri lan?

I've got nothing left to lose

...and I'm not afraid to die.



Etrafımda Nick Cave & The Bad Seeds dinleyen bir tek bendim, olduk çok kişi. Olalım. Çok kişi olalım kurtulayım yalnızlıktan. "The Death of Bunny Munro" da 2 gün içerisinde kimi saatlerde bitirildi tarafımdan. Candır yani.

Nick Cave demişken, nedense Nick Cave deyince aklıma gelen Mark Lanegan geldi aklıma. Evet. Mark Lanegan 12 Aralık'ta Atina'da konsere geliyor Isobel Campbell'la, keşke buraya da uğrasalardı. Atina'ya iki biletim var.

Sürekli kendime bir Isobel bulup sahnede "Deus ibi Est"i söyleme isteğim var. Sürekli! Bir Isobel şart. Evet sesi güzel olsun. Aha dur çok düşünmekten aşık oldum...

Neyse işte arkadaşlarım var. Kimi yeni kişiler. Arkadaşlarmış. "Biz dostuz" diyolar yaklaşırken.

Sevmek istiyorum kendilerini.

Not : Revolver'ı da söyleyebiliriz?

iki biletim varmış? yok öyle bişey... of...

amidoingitrite?


“You’re what?” Obi Wan hissed out between clenched teeth.

“I’m pregnant, Ben,” Luke repeated patiently, sitting down on a nearby chair.